Ana içeriğe atla

Kayıtlar

KOLEKSİYONUMDAN – 3

  Her insan bir dünya derdim, sonra her insanın bin bir dünya olduğunu gördüm. Her insanın her insana başka bir dünya olduğunu da… Size buz gibi poyrazlar esen yüzde başkalarına nasıl elvan çiçekler açtığını da… Aynı insanı kimileri çok severken kimilerinin nefret edebildiğine de şahit oldum. Soğuk rüzgârların, sert kayaların, aşılmaz dağların ardını bilemiyoruz. Bizim gördüğümüz dünyalardan bir dünya başka dünya göremiyoruz. Bu yüzden masaya vurup “Karar!” diye haykırmadan önce beklemeli. O anı, son nefesi beklemeli… Koleksiyonerim ben, geçmiş biriktiriyorum. Bana ait olmayan, benim süpürdüğüm, benim parlattığım, benim ibret aldığım geçmişler. Bu sefer ki ise bir dede yadigârı… Yıl 1990… Yer Mina… Mahşer provası derler Hac ibadeti için. Bu seferki provadan fazlası… Mina’ya giden yol üzerindeki yaya tünelinde izdiham yaşanıyor. Binlerce insan bir tünelde sıkışıp kalıyor. Bir insan seli boğuyor herkesi… Tablo ibretlik… Tükenen oksijen, verilen son nefesler, kırılan kaburga kemikle
En son yayınlar

Keskin Dosyası 📂

  25 yaşımda ilk kez köyde yaşamaya başlamamla bir başağın boy verişini, yeşilden sarıya dönüşünü, rüzgarın sararan başaklar arasında gezerken nasıl bir türkü tutturduğunu, o türküye boynunu bükmüş her bir başağın nasıl dalga dalga eşlik ettiğini ve buğday tarlaları üzerinde alçak uçuş yapan kırlangıç sürülerinin bundan nasıl da keyif aldıklarını ilk kez gördüm. Tüm bu manzara, tarlayı sulayan o dev boruları oradan oraya taşıyan çocukların iş mi yaptıklarını, oyun mu oynadıklarını ayırt edemeyişleri ile de birleşince “fırsat eşitsizliği” denilen şeyin nasıl da sırtını yere getirdiğini,   25 yaşımda ilk kez bir köyde yaşamaya başlayınca anladım. Aslında hiçbir şeyin bu kadar romantik ve şiirsel olmadığını ise henüz 6 yaşındaki bir kız öğrencimin, e harfinin o tek seferde verilmesi zor biçimini yazmakta zorlandığını görüp, birlikte pratik yapmak için onu masama çağırdığım zaman,   ben kılavuz çizgilerin arasına son derece muntazam bir e harfi yazarken, onun hayretten büyümüş gözlerle

KOLEKSİYONUMDAN 2

  İnsan yıllar geçtikçe yaş alır sanıyorsanız yanılıyorsunuz. İnsan yaşadıkça yaş alır. Günlerin geçmesini yaşamak sanıyorsanız bu da başka bir yanılgı. Mesela yetmiş yıl önce doğan bir insan için, yetmiş yıl yaşamış, diyemeyiz. Bir insanın yaşı kaybettiklerine, vazgeçtiklerine, şükrettiklerine vb. birçok algoritmaya bağlı olarak değişir. Aksi takdirde “geçmiş koleksiyonumun” yüzümü tebessüm ettiren parçası olan Bedirhan’ın, kimliğinde yazdığı gibi 9 yıllık bir yaşamışlığı olması mümkün değil. 3 yıl önce Bedirhan’la yollarımızın kesiştiği o günü nasıl unuturum. Kevser Hoca öfkeden deliye dönmüş gözlerle, gömleğinin omuzlarından çekiştirerek bırakmıştı sınıfımın kapısına. Daha bir hafta dolmadan kadını canından bezdiren Bedirhan ise yüzünde zafer tebessümüyle bakıyordu suratıma. Açıkçası çirkin bir çocuktu Bedirhan... Pırasa gibi saçları, sabah 7’de sokak mesaisine başladığı için kirden simsiyah olmuş ayakları, yenilmiş tırnakları, diz vermiş pantolonuyla sevimli bir yanı yoktu.   Bu

KOLEKSİYONUMDAN

  Geçmişe karşı ciddi bir ilgi duyuyorum. Ve geçmişi olan her şeye karşı da… Ülkelerin, insanların, eşyaların tarihi çeker beni. Geçmişin bıraktığı izleri görmek, bugüne bıraktığı duyguları, bir kişiliği nasıl inşa ettiğini dinlemek bir hobi benim için. Hatta bir çeşit koleksiyonerim... “Geçmiş” biriktiriyorum. Koleksiyoncular iyi bilir, kıymetli parçalar en beklenmedik anlarda çıkar karşınıza. Eğer iyi bir koleksiyonerseniz o parçanın kıymetini tereddütsüz anlarsınız. Peki, “geçmiş” biriktiren biri iyi parçayı nasıl tanır? Elbette kolay değil. Fakat size bir ipucu verebilirim. Kelimeler… Özellikle “kişi geçmişi” biriktiriyorsanız parçanın iyisini buradan anlarsınız. İnsanların geçmişte yaşadıklarını anlatırken seçtikleri kelimeler özenlidir. Sayısız kere düşünmüştür o hadise üzerinde. Ölçmüş, biçmiştir. Ağlayarak anlatmıştır kendine, kahkaha atmaktan anlatamamıştır bazen. Bir kendi tarafından bakıp anlatmıştır, bir de karşı taraftan. Sonra yetmezmiş gibi kendinde açtığı yaralara a

~Dönüş

  Eli kalem tutan insanların kendilerine karşı çoğu zaman acımasızlığa varan müthiş bir dürüstlükleri vardır. Sanırım bunun sebebi içlerindeki en kısık sesle konuşan duyguyu bile işitebilmeleridir. Yazan insanlar (illa yazdıklarının toplumsal takdiri almış olması gerekmiyor ve tabi ki yazdıklarını paylaşıyor olmaları da) genelde kendi kendilerini yontabilen insanlardır. Vicdanları ile çok sık cenk meydanına çıkar ve  başkalarının da hikayelerinden bir şeyler öğrenirler. Bu insanlar bu alışkanlığı bir kez edinmeye görsünler artık her düşünceyi ve her farkındalığı yazmak için bir şekilde biriktirmeye başlarlar. Dolayısıyla yazmadıkça ağırlaşır, ağırlaşır ve yavaşlarlar. İşte ben de bir zamanlar yazmaya ve okumaya karşı duyduğum bu istek ve alışkanlığımı uzun zamandır özlemle hatırlıyorum. İçimdeki anlatma hevesini kaybettiğimden beri ihtiyacım olandan fazlasını dinlemek, duymak dahi istemiyorum. Dolayısıyla üzerimde tatsız bir ağrılıkla, darma dağınık bir zihinle yavaşladıkça yavaşlıyoru

AŞÇIBAŞI - MAHMUD NEDİM BİN TOSUN

  Bir Osmanlı subayının yemek yapmayı bilmeyen bekar askerlerin perişanlıklarına dayanamayıp yazdığı yemek tarifi kitabı.. Ancak Mahmut Beyin bu işi sadece hayır için yapmadığı yemek konusu ile bir hobi gibi meşgul olduğu, hem yapmayı hem yemeyi sevdiği aşikar. Dili o dönem için yazılmış yemek kitaplarına göre hafifmiş ama sonuna bir sözlük eklenmiş yine de. İçinde bir kaç yapmaya değer farklı tarif bulunmakla birlikte, Türk mutfağının yıllar içerisinde üst düzey bir değişim göstermediği de kitabı okuyunca anlaşılıyor (sadece yumurta tüketimimizde bi azalma olmuş) Ben daha çok Latif Osmanlı Türkçesi için okudum kitabı bir kuzu tandır ancak bu kadar şairine anlatılır yani. Ve Mahmut Nedim Beyin ehli keyf olduğu da yemeklerin lezzetini tarif ederken yaptığı benzetmelerden anlaşılıyor.   Kitap Salyangoz pilakiden baklavaya kadar geniş bir tarif yelpazesine de sahip. Yemek işleri ile haşır neşir iseniz elinizde bulunsun derim.

GÜZELİ KURTARMAK - Byung-Chul HaN

  Okumam boyunca, bana kitabı öven ve mutlaka tavsiye eden insanların anladıklarını anlamak için kendimi oldukça zorladım. Allahtan onlar anlamışta, ben hiç değilse onların anladıklarını anlayarak kitapla bir bağ kurdum. İncelememi bitirirken kitaba da bir atıfta bulunmak istiyorum "Lütfen altta bulunan like butonuna basmayın"