25 yaşımda ilk kez köyde yaşamaya başlamamla bir başağın boy verişini, yeşilden sarıya dönüşünü, rüzgarın sararan başaklar arasında gezerken nasıl bir türkü tutturduğunu, o türküye boynunu bükmüş her bir başağın nasıl dalga dalga eşlik ettiğini ve buğday tarlaları üzerinde alçak uçuş yapan kırlangıç sürülerinin bundan nasıl da keyif aldıklarını ilk kez gördüm. Tüm bu manzara, tarlayı sulayan o dev boruları oradan oraya taşıyan çocukların iş mi yaptıklarını, oyun mu oynadıklarını ayırt edemeyişleri ile de birleşince “fırsat eşitsizliği” denilen şeyin nasıl da sırtını yere getirdiğini, 25 yaşımda ilk kez bir köyde yaşamaya başlayınca anladım. Aslında hiçbir şeyin bu kadar romantik ve şiirsel olmadığını ise henüz 6 yaşındaki bir kız öğrencimin, e harfinin o tek seferde verilmesi zor biçimini yazmakta zorlandığını görüp, birlikte pratik yapmak için onu masama çağırdığım zaman, ben kılavuz çizgilerin arasına son derece muntazam bir e harfi yazarken, onun hayretten büyümüş gözlerle