Ana içeriğe atla

MAHALLEDEN ARKADAŞLAR ~ SELÇUK AYDEMİR

                 

                      Alanı pişman etmeyen , derdi olana tasasını unutturan, okuruna sesli kahkahalar attıran, vakit harcayana iyi ki dedirten  bir anı kurgusu '' Mahalleden Arkadaşlar''. Hala sokakta oynayan çocukların, komuşuluk ilişkilerinin, mahalle olma ruhunun olduğu doksanlı yılları anlatıyor bize yazar. Yazarın samimi dili öylesine sarıyor ki sizi kitabı her elinize aldığınız da eski bir dostla geçmişi yad ediyormuş hissine kapılıyorsunuz. Ve bu sohbet çoğunlukla güldüren ama yer yerde büyümüş olmanın verdiği kederinde hakim olduğu bir sohbet oluyor.

                      Aslın da ben kitabı okumadan önce hakkında güzel şeyler duymuş ve bir çok arkadaşımdan tavsiye olarak almıştım ama 'bir kitap ne kadar güldürebilir ki' den öteye de geçmiyordu düşüncem. Nihayet okumaya başladığımda daha ilk sayfasından anlamıştım beni güldüreceğini, gerçi yazarı göz önünde bulundurulduğunda neden böyle bir fikre kapıldığımda anlaşılır gibi değil zaten. Kitabı okumaya başlayan herkesin ilk olarak ''Bundan sonra bir de Ferhat Şensoy okuyayım'' diyeceğine emin gibiyim ve son sayfasına kadar ki sürede de ''bunu bizde yapmıştık !'' başta olmak üzere '' 90 lar bir başkaydı canım'' '' heyy gidi günler..'' gibi cümleleri tekrar edip duracaksınız büyük ihtimalle ve sonunda da her iyi kitapta olduğu gibi çabuk bittiğini düşünüp üzülecek bazı yerlerini bir daha okumak isteyeceksiniz. Size tavsiyem; oldukça temkinli okumanız kitabı, ee kurgu güzel, dili akıcı, kendinizden de mutlaka bir şeyler buluyorsunuz sonrasında ise kitabın hemencecik bitmesi kaçınılmaz son oluyor tabi.

                 Selçuk Aydemir'e gelince senarist ve yönetmen olarak tanıyoruz onu. İşler Güçler, Düğün Dernek, Kardeş Payı, Çalgı Çengi gibi bir çok iyi iştede imzası var yazarın daha doğrusu bu güzel işlerde imzası olan yazar birde bu güzel kitabın altına imzasını atmış, bana soracak olursanız gayet güzel de olmuş. Yadırgayanlar olabilir ''ne gerek vardı?'' diyenlerde hatta ''Herkes kendi işine baksın!''diyenlerde ama ben onlardan değilim, okumayı bilenin yazabilmesine sevinirim ve okumaya teşvik edildiği kadar yazmaya da teşvik edilmesi gerektiğine inanırım. Yazmak sanat olmamalı, yazmak hobi olmamalı, yazmak kaliteli ve sağlıklı yaşam maddelerinden biri olarak reçetelere eklenmeli doktorlar tarafından.. Bir sabah bir akşam tok kafayla en az iki cümle yazılmalı!

               Okuduğum yer Küçükçekmce İlk Öğretim Okulu'ydu hiçbirimiz daha önce anaokulu, kreş, bakıcı gibi bir sonraki nesilde olmazsa olmazlar listesini oluşturacak kademelerden geçmemiştik. Hatta ilk anaokulu açıldığı zaman hayretlere düşmüş ''Ulan hangi gariban, adı anaokulu olan yere gider, yazık bu çocuklara'' diye de üzülmüş bir nesildir bizim nesil. Kimsenin ailesi çıkıntılık yapıp okuma yazma falan da öğretmiyordu okula başlamamış çocuklara o sıralar. Hepimiz pirüpaktık. Bembeyaz A4 kağıdıydık. Sürpriz yumurtaydık, kimin içinden ne çıkacağı belli değildi...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BRAVE - Disney PİXAR (2012)

"Kaderimiz içimizde yaşıyor, onu görecek kadar cesur olmamız yeter…" Vizyona girdikten 6 yıl sonra nihayet Brave’i dün gece izledim. Brave, Pixar animasyonlarının o alışık olduğumuz orijinal hikayelerden biraz uzak. Bu durum, vizyona girdiği 2012 yılında Wall-e, Up gibi mükemmel yapıtlar görmüş olan izleyiciyi bir nebze hayal kırıklığına uğratmış olsa da, sonraki yıllarda Big Hero, Zootopia ve benim favorim Boss Baby ile sarsılan imajını yeniden toparladı. Aslında Brave hikâye bazında istenileni karşılayamamış olsa da– bu fikir daha önce çıtanın çok yükseklere çıkmış olmasından da kaynaklanıyor olabilir- teknik anlamda kusursuz. Karakterler, karakterlerin zamana göre değişimleri, mekanlar, sesler… tamamıyla özenle işlenmiş. Bu anlamda animasyon tam bir görsel şölen tadında… Brave’in hikayesi, Prenses Merida'nın kendi kaderini yazmaya karar vermesiyle başlıyor. Ancak Merida'nın bu kararı annesi Kraliçe Elinor

SİVASTOPOL - TOLSTOY ft. AHMET KAYA

Sivastopol önünde yıkık minare,  Düşman dedikleri gelmez imane  Erenler geliyor bize imdade  Aman da kaptan paşa emir ver bize  Sılada nişanlımız duacı size. 🎶🎵 İlk kez dinlediğimde kulağıma çok hoş gelmişti bu marş.. Ama asıl bağımlılığı Ahmet Kaya ’dan dinledikten sonra kazandım. O zamanlar “Sivastopol” hakkında hiçbir fikrim olmamasına rağmen araştırma ihtiyacı da hissetmemiştim çünkü daha çok merakımı cezbeden bir şey vardı ki, o da; Ahmet Kaya’nın bir Mehter Marşını seslendiriyor oluşuydu… O zamanlar daha sonra üzerinde düşünmek üzere aklımın odalarından birine kaldırmışım bu şaşkınlığı. Ta ki .. O güne kadar…. Bir kitapçıda dolaşırken Dünya Klasikleri reyonunda Sivastopol ismini görünce aniden odaklandım kitaba. Sonrası da Ahmet Kaya, Sivastopol, Tolstoy ve Mehter Marşı arasında şemalar oluşturmaya çalışan karışık bir kafa.. Kitabı okuyunca çıktı tabi işin aslı ortaya. Meğer bu Sivastopol şimdik

AŞÇIBAŞI - MAHMUD NEDİM BİN TOSUN

  Bir Osmanlı subayının yemek yapmayı bilmeyen bekar askerlerin perişanlıklarına dayanamayıp yazdığı yemek tarifi kitabı.. Ancak Mahmut Beyin bu işi sadece hayır için yapmadığı yemek konusu ile bir hobi gibi meşgul olduğu, hem yapmayı hem yemeyi sevdiği aşikar. Dili o dönem için yazılmış yemek kitaplarına göre hafifmiş ama sonuna bir sözlük eklenmiş yine de. İçinde bir kaç yapmaya değer farklı tarif bulunmakla birlikte, Türk mutfağının yıllar içerisinde üst düzey bir değişim göstermediği de kitabı okuyunca anlaşılıyor (sadece yumurta tüketimimizde bi azalma olmuş) Ben daha çok Latif Osmanlı Türkçesi için okudum kitabı bir kuzu tandır ancak bu kadar şairine anlatılır yani. Ve Mahmut Nedim Beyin ehli keyf olduğu da yemeklerin lezzetini tarif ederken yaptığı benzetmelerden anlaşılıyor.   Kitap Salyangoz pilakiden baklavaya kadar geniş bir tarif yelpazesine de sahip. Yemek işleri ile haşır neşir iseniz elinizde bulunsun derim.