Ana içeriğe atla

SİVASTOPOL - TOLSTOY ft. AHMET KAYA








Sivastopol önünde yıkık minare, 
Düşman dedikleri gelmez imane 

Erenler geliyor bize imdade 

Aman da kaptan paşa emir ver bize 













İlk kez dinlediğimde kulağıma çok hoş gelmişti bu marş.. Ama asıl bağımlılığı Ahmet Kaya’dan dinledikten sonra kazandım. O zamanlar “Sivastopol” hakkında hiçbir fikrim olmamasına rağmen araştırma ihtiyacı da hissetmemiştim çünkü daha çok merakımı cezbeden bir şey vardı ki, o da; Ahmet Kaya’nın bir Mehter Marşını seslendiriyor oluşuydu… O zamanlar daha sonra üzerinde düşünmek üzere aklımın odalarından birine kaldırmışım bu şaşkınlığı.


Ta ki .. O güne kadar….


Bir kitapçıda dolaşırken Dünya Klasikleri reyonunda Sivastopol ismini görünce aniden odaklandım kitaba. Sonrası da Ahmet Kaya, Sivastopol, Tolstoy ve Mehter Marşı arasında şemalar oluşturmaya çalışan karışık bir kafa..


Kitabı okuyunca çıktı tabi işin aslı ortaya.


Meğer bu Sivastopol şimdiki Ukrayna’nın bir liman şehriymiş. Konumu bakımında stratejik bir öneme sahip. Özellikle de Rusya için. Denize açılan nadir kapılarından, Sivastopol. (Bu heriflerin deniz takıntısı ne böyle arkadaş, olmayınca böyle oluyor demek ki. L) Neyse işte tarih 1853’ü gösteriyor… Ruslar Osmanlı’yı köşeye sıkıştıracak yer arıyor... İngilizler ve Fransızlar Avrupa’da Rusları istemiyor… .Falan filan derken Osmalılar- İngiliz- Fransızlar Ruslara karşı bir savaşa giriyor. Namı diğer “Kırım Savaşı”. Avrupalılarda para bol tabi, bizde de iman. Toz duman ediyoruz ortalığı. Hatta sonra yenilgiyi hazmedemeyen Çar, istifa ediyor. Büyük olay dönüyor anlayacağınız. Savaşın sonunda da Paris antlaşması yapılıyor, sözde bizim yendiğimiz özde ne halt olduğu belli olmayan bir antlaşma işte...








Meğer sevgili Tolstoy o zamanlar bir Rus subayı olarak katılmış bu savaşa. Ee sanatçı adam tabi gözlemlemiş insanları, yazmış kitabı. Savaş psikolojisini çok iyi işlemiş. Ruhsal tasvirleri “savaş nedir?” i izaha çabalıyor. Tek bir kahramanı yok, çünkü herkes için başka bir tanımı var savaşın. Kimi için; omuzuna takacağı bir apolet, bir nişan, kazanacağı bir rütbe… Kimi için; kaybedilen bir kol, bir bacak, bazen bir sevgili ya da abi, baba... Kimi için de; ardında bırakmaya çabaladığı bir kahramanlık hikayesi… Tolstoy’a göre tüm bunlar gerçeğin ta kendisi. Şöyle açıklıyor kitap da; “ Benim öykümün kahramanı, hakikattir: Ruhumun bütün gücüyle sevdiğim ve olanca güzelliğiyle canlandırmaya çalıştığım, hakikat… hep en güzeldi o, her zamanda en güzel kalacak.” (syf:86)














-     İyi de Ahmet Kaya ne alaka?

-   Adam beğenmiş seslendirmiş işte marşı kardeşim, illa bir sebebi olmak zorunda mı?






















Vallahi şuna da değinmeden geçemeyeceğim. Ukrayna'ya akın akın Türk turist gidiyor, hepsinin tek bildiği yok Ukrayna'lı kızlar, yok gece hayatı bilmem ne… Ne vizyonsuz adamlarsınız siz ya! İnternet'te 15 dk araştırma yaptım, bir sürü şey buldum Sivastopol hakkında.  Hiç mi merak etmiyorsunuz? Geçmiş sizin için bu kadar mı geçti?....  Naparsın bu dünya da böyle işte, Yüce Rabbim kimine at veriyor meydan vermiyor, kimine meydan veriyor at vermiyor, kimine her ikisini veriyor akıl vermiyor.  …..







Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BRAVE - Disney PİXAR (2012)

"Kaderimiz içimizde yaşıyor, onu görecek kadar cesur olmamız yeter…" Vizyona girdikten 6 yıl sonra nihayet Brave’i dün gece izledim. Brave, Pixar animasyonlarının o alışık olduğumuz orijinal hikayelerden biraz uzak. Bu durum, vizyona girdiği 2012 yılında Wall-e, Up gibi mükemmel yapıtlar görmüş olan izleyiciyi bir nebze hayal kırıklığına uğratmış olsa da, sonraki yıllarda Big Hero, Zootopia ve benim favorim Boss Baby ile sarsılan imajını yeniden toparladı. Aslında Brave hikâye bazında istenileni karşılayamamış olsa da– bu fikir daha önce çıtanın çok yükseklere çıkmış olmasından da kaynaklanıyor olabilir- teknik anlamda kusursuz. Karakterler, karakterlerin zamana göre değişimleri, mekanlar, sesler… tamamıyla özenle işlenmiş. Bu anlamda animasyon tam bir görsel şölen tadında… Brave’in hikayesi, Prenses Merida'nın kendi kaderini yazmaya karar vermesiyle başlıyor. Ancak Merida'nın bu kararı annesi Kraliçe Elinor

AŞÇIBAŞI - MAHMUD NEDİM BİN TOSUN

  Bir Osmanlı subayının yemek yapmayı bilmeyen bekar askerlerin perişanlıklarına dayanamayıp yazdığı yemek tarifi kitabı.. Ancak Mahmut Beyin bu işi sadece hayır için yapmadığı yemek konusu ile bir hobi gibi meşgul olduğu, hem yapmayı hem yemeyi sevdiği aşikar. Dili o dönem için yazılmış yemek kitaplarına göre hafifmiş ama sonuna bir sözlük eklenmiş yine de. İçinde bir kaç yapmaya değer farklı tarif bulunmakla birlikte, Türk mutfağının yıllar içerisinde üst düzey bir değişim göstermediği de kitabı okuyunca anlaşılıyor (sadece yumurta tüketimimizde bi azalma olmuş) Ben daha çok Latif Osmanlı Türkçesi için okudum kitabı bir kuzu tandır ancak bu kadar şairine anlatılır yani. Ve Mahmut Nedim Beyin ehli keyf olduğu da yemeklerin lezzetini tarif ederken yaptığı benzetmelerden anlaşılıyor.   Kitap Salyangoz pilakiden baklavaya kadar geniş bir tarif yelpazesine de sahip. Yemek işleri ile haşır neşir iseniz elinizde bulunsun derim.