Her insan bir dünya derdim, sonra her insanın bin bir dünya olduğunu gördüm. Her insanın her insana başka bir dünya olduğunu da… Size buz gibi poyrazlar esen yüzde başkalarına nasıl elvan çiçekler açtığını da… Aynı insanı kimileri çok severken kimilerinin nefret edebildiğine de şahit oldum.
Soğuk
rüzgârların, sert kayaların, aşılmaz dağların ardını bilemiyoruz. Bizim
gördüğümüz dünyalardan bir dünya başka dünya göremiyoruz. Bu yüzden masaya
vurup “Karar!” diye haykırmadan önce beklemeli. O anı, son nefesi beklemeli…
Koleksiyonerim
ben, geçmiş biriktiriyorum. Bana ait olmayan, benim süpürdüğüm, benim
parlattığım, benim ibret aldığım geçmişler. Bu sefer ki ise bir dede yadigârı…
Yıl
1990… Yer Mina… Mahşer provası derler Hac ibadeti için. Bu seferki provadan
fazlası… Mina’ya giden yol üzerindeki yaya tünelinde izdiham yaşanıyor. Binlerce
insan bir tünelde sıkışıp kalıyor. Bir insan seli boğuyor herkesi… Tablo
ibretlik… Tükenen oksijen, verilen son nefesler, kırılan kaburga kemikleri, onlara
eşlik eden kelime-i şehadetler, Allah’a yakarışlar, çaresizce ölenlerin üzerine
basıp biraz olsun yükselmek, bir solukluk nefes almak için çırpınanlar…
Dedem
de bu selin içerisinde çaresizce çırpınanlardan, eğer en sonunda hepimiz
kucaklaşacaksak ölümle, bundan iyi yer, daha güzel bir zaman mı var,
diyenlerden. Ne kadar oldu daha Arafat’tan ineli, sahi ne kadardır çırpınıyor
bu selin içerisinde…
Rahmetli
dedem 70’lerine merdiven dayamıştı, Hicaz hasretine son verdiğinde. Yaşlılığı
usta bir terzi gibi dikip, üzerine yakıştırıp öyle gitmişti. Ve bir insan
seliyle yaşının müsaade ettiği kadar boğuşmuştu. Kelime-i Şehadet korosuna o da
en gür sesi ile eşlik etmeye başlamıştı, sele kapılıp giderken…
…
Yıl
1990… Yer Mina… Fransız üniforması
giymiş iki Ermeni dedemi iki kolundan tutmuş sürükleyerek götürüyorlar. Bir
şeyler konuşuyorlar aralarında, kim bilir ne? Dedem perişan durumda, anlıyor bu
adamlardan hayır gelmeyeceğini, direnecek son bir güç arıyor bedeninde ama
nafile… En nihayetinde varıyorlar taş bir köprüye, biri bir elinden, diğeri
öbür elinden tutup tek hamlede sarkıtıveriyorlar köprüden. Dedem biliyor,
belliydi bunlardan hayır gelmeyeceği. En sonunda başlıyor pazarlık… Fransız
üniforması giymiş iki Ermeni, bize imanını ver yoksa seni bu köprüden atarız, diyorlar…
Dedem yapmayın, etmeyin diyor ama kar etmiyor iki Ermeni’ye. Anlıyor çare yok,
daha sıkı yapışıyor kollarına ki, düşerken hiç değilse onları da yanında götürebilsin…
Dedem
gözleri dolmadan ama durup, dinlene dinlene anlatırdı bu anısını. “Baban bana
üç yerde yetişti…” der, sırayla üçünü de anlatır, bunu hep en sona saklardı. En
uzun da, hastanede gözlerini açıp babamı gördüğü o anı anlatırken susardı.
Rahmetli
dedem pek gülmez, tatlı söz bilmez bir adamdı. Meyvelerden hurmayı sever,
haberlerde Erbakan varsa izler, yoksa televizyonu açtırmazdı. Çayı açık içer,
sedire yan oturur, dirseğinden yastıkla destek alırdı…
Yorumlar
Yorum Gönder