Ana içeriğe atla

KOLEKSİYONUMDAN – 3

 Her insan bir dünya derdim, sonra her insanın bin bir dünya olduğunu gördüm. Her insanın her insana başka bir dünya olduğunu da… Size buz gibi poyrazlar esen yüzde başkalarına nasıl elvan çiçekler açtığını da… Aynı insanı kimileri çok severken kimilerinin nefret edebildiğine de şahit oldum.

Soğuk rüzgârların, sert kayaların, aşılmaz dağların ardını bilemiyoruz. Bizim gördüğümüz dünyalardan bir dünya başka dünya göremiyoruz. Bu yüzden masaya vurup “Karar!” diye haykırmadan önce beklemeli. O anı, son nefesi beklemeli…

Koleksiyonerim ben, geçmiş biriktiriyorum. Bana ait olmayan, benim süpürdüğüm, benim parlattığım, benim ibret aldığım geçmişler. Bu sefer ki ise bir dede yadigârı…

Yıl 1990… Yer Mina… Mahşer provası derler Hac ibadeti için. Bu seferki provadan fazlası… Mina’ya giden yol üzerindeki yaya tünelinde izdiham yaşanıyor. Binlerce insan bir tünelde sıkışıp kalıyor. Bir insan seli boğuyor herkesi… Tablo ibretlik… Tükenen oksijen, verilen son nefesler, kırılan kaburga kemikleri, onlara eşlik eden kelime-i şehadetler, Allah’a yakarışlar, çaresizce ölenlerin üzerine basıp biraz olsun yükselmek, bir solukluk nefes almak için çırpınanlar…

Dedem de bu selin içerisinde çaresizce çırpınanlardan, eğer en sonunda hepimiz kucaklaşacaksak ölümle, bundan iyi yer, daha güzel bir zaman mı var, diyenlerden. Ne kadar oldu daha Arafat’tan ineli, sahi ne kadardır çırpınıyor bu selin içerisinde…

Rahmetli dedem 70’lerine merdiven dayamıştı, Hicaz hasretine son verdiğinde. Yaşlılığı usta bir terzi gibi dikip, üzerine yakıştırıp öyle gitmişti. Ve bir insan seliyle yaşının müsaade ettiği kadar boğuşmuştu. Kelime-i Şehadet korosuna o da en gür sesi ile eşlik etmeye başlamıştı, sele kapılıp giderken…

Yıl 1990… Yer Mina…  Fransız üniforması giymiş iki Ermeni dedemi iki kolundan tutmuş sürükleyerek götürüyorlar. Bir şeyler konuşuyorlar aralarında, kim bilir ne? Dedem perişan durumda, anlıyor bu adamlardan hayır gelmeyeceğini, direnecek son bir güç arıyor bedeninde ama nafile… En nihayetinde varıyorlar taş bir köprüye, biri bir elinden, diğeri öbür elinden tutup tek hamlede sarkıtıveriyorlar köprüden. Dedem biliyor, belliydi bunlardan hayır gelmeyeceği. En sonunda başlıyor pazarlık… Fransız üniforması giymiş iki Ermeni, bize imanını ver yoksa seni bu köprüden atarız, diyorlar… Dedem yapmayın, etmeyin diyor ama kar etmiyor iki Ermeni’ye. Anlıyor çare yok, daha sıkı yapışıyor kollarına ki, düşerken hiç değilse onları da yanında götürebilsin…

Dedem gözleri dolmadan ama durup, dinlene dinlene anlatırdı bu anısını. “Baban bana üç yerde yetişti…” der, sırayla üçünü de anlatır, bunu hep en sona saklardı. En uzun da, hastanede gözlerini açıp babamı gördüğü o anı anlatırken susardı.

Rahmetli dedem pek gülmez, tatlı söz bilmez bir adamdı. Meyvelerden hurmayı sever, haberlerde Erbakan varsa izler, yoksa televizyonu açtırmazdı. Çayı açık içer, sedire yan oturur, dirseğinden yastıkla destek alırdı…

Cennet bahçelerinde, cennet meyveleri güldürür mü yüzünü dede?



Feteyan / 2021

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

BRAVE - Disney PİXAR (2012)

"Kaderimiz içimizde yaşıyor, onu görecek kadar cesur olmamız yeter…" Vizyona girdikten 6 yıl sonra nihayet Brave’i dün gece izledim. Brave, Pixar animasyonlarının o alışık olduğumuz orijinal hikayelerden biraz uzak. Bu durum, vizyona girdiği 2012 yılında Wall-e, Up gibi mükemmel yapıtlar görmüş olan izleyiciyi bir nebze hayal kırıklığına uğratmış olsa da, sonraki yıllarda Big Hero, Zootopia ve benim favorim Boss Baby ile sarsılan imajını yeniden toparladı. Aslında Brave hikâye bazında istenileni karşılayamamış olsa da– bu fikir daha önce çıtanın çok yükseklere çıkmış olmasından da kaynaklanıyor olabilir- teknik anlamda kusursuz. Karakterler, karakterlerin zamana göre değişimleri, mekanlar, sesler… tamamıyla özenle işlenmiş. Bu anlamda animasyon tam bir görsel şölen tadında… Brave’in hikayesi, Prenses Merida'nın kendi kaderini yazmaya karar vermesiyle başlıyor. Ancak Merida'nın bu kararı annesi Kraliçe Elinor

SİVASTOPOL - TOLSTOY ft. AHMET KAYA

Sivastopol önünde yıkık minare,  Düşman dedikleri gelmez imane  Erenler geliyor bize imdade  Aman da kaptan paşa emir ver bize  Sılada nişanlımız duacı size. 🎶🎵 İlk kez dinlediğimde kulağıma çok hoş gelmişti bu marş.. Ama asıl bağımlılığı Ahmet Kaya ’dan dinledikten sonra kazandım. O zamanlar “Sivastopol” hakkında hiçbir fikrim olmamasına rağmen araştırma ihtiyacı da hissetmemiştim çünkü daha çok merakımı cezbeden bir şey vardı ki, o da; Ahmet Kaya’nın bir Mehter Marşını seslendiriyor oluşuydu… O zamanlar daha sonra üzerinde düşünmek üzere aklımın odalarından birine kaldırmışım bu şaşkınlığı. Ta ki .. O güne kadar…. Bir kitapçıda dolaşırken Dünya Klasikleri reyonunda Sivastopol ismini görünce aniden odaklandım kitaba. Sonrası da Ahmet Kaya, Sivastopol, Tolstoy ve Mehter Marşı arasında şemalar oluşturmaya çalışan karışık bir kafa.. Kitabı okuyunca çıktı tabi işin aslı ortaya. Meğer bu Sivastopol şimdik

SEYİT AHMET ARVASİ ~ TÜRK - İSLAM ÜLKÜSÜ 1

Resim yazısı ekle İçerisinde bulunduğu toplum, bu toplumun gündemi insan hayatı üzerinde ufak ya da büyük bir çok etki oluşturur. Konuştuğu konudan tutun da okuduğu kitaba kadar pek çok alanda insanı etkiler, yönlendirir. Ülkemizde ve dünyada yaşanan sosyo-politik meselelerde giderek yaygınlaşan milliyetçi kadroların etkinliği de temel duruşumuz İslam'da milliyetçiliğin yeri nedir ? diye düşünmeye sevk etti beni. Bir yerden başlamak için kavramları özelleştirdiğimde ise Türk - İslam, Türk - İslam deyince Arvasi çıktı karşıma. Kitaba gelecek olursak yazar, Türk- İslam fikriyatının sosyolojik bakış acısını anlatmış genel olarak kitapta. Dine, insanlara, milletlere, devletlere,sosyal sınıflara... karşı Türk - İslam ülkücülerini duruşlarının ve bakış açılarının nasıl olması gerektiğine değinmiş. İslamiyette milliyetçiliğin yerine değindiği kısımların benim açımdan tatmin ve ikna edici olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında bazı incelemelerde okuduğumun aksine eserin dili