Ana içeriğe atla

BRAVE - Disney PİXAR (2012)







"Kaderimiz içimizde yaşıyor, onu görecek kadar cesur olmamız yeter…"








Vizyona girdikten 6 yıl sonra nihayet Brave’i dün gece izledim. Brave, Pixar animasyonlarının o alışık olduğumuz orijinal hikayelerden biraz uzak. Bu durum, vizyona girdiği 2012 yılında Wall-e, Up gibi mükemmel yapıtlar görmüş olan izleyiciyi bir nebze hayal kırıklığına uğratmış olsa da, sonraki yıllarda Big Hero, Zootopia ve benim favorim Boss Baby ile sarsılan imajını yeniden toparladı.


Aslında Brave hikâye bazında istenileni karşılayamamış olsa da– bu fikir daha önce çıtanın çok yükseklere çıkmış olmasından da kaynaklanıyor olabilir- teknik anlamda kusursuz. Karakterler, karakterlerin zamana göre değişimleri, mekanlar, sesler… tamamıyla özenle işlenmiş. Bu anlamda animasyon tam bir görsel şölen tadında…






Brave’in hikayesi, Prenses Merida'nın kendi kaderini yazmaya karar vermesiyle başlıyor. Ancak Merida'nın bu kararı annesi Kraliçe Elinor'un başına büyük işler açıyor. Merida ve annesinin kurtulmaya çalıştıkları bu dert onların büyük dersler aldıkları bir hikâyeye dönüşüveriyor.


     


Prenses Merida:




Sanırım Merida, kızıl, kıvırcık ve dağınık saçları, masmavi gözleri, birazda tombul yüzü ile Disney’in en güzel, en sevimli prenseslerinden biri... üstelik o alışık olduğumuz kusursuz prenseslerden biri de değil. Merida’da, Anna gibi saray hayatıyla ve prenseslikle sorunları olan bir prenses. Mükemmellikten bir haber, başına buyruk, macera tutkunu ve iyi bir okçu… Üstelik bir klişe olarak İyi kalpli, saf ve talihsiz de değil, hatta aksine kızımız, biraz tembel, biraz şımarık ve birazda bencil.



Başlarda Merida’nın serseri bozması şımarık halleri beni biraz sinir etmedi değil. Tamam sonuçta prensessin ama her şeyin de bir sınırı var hani. Ancak bu şımarık kızımızın okçuluk yarışında damat adaylarını alt ettiği sahneyi izlemek oldukça keyif vericiydi. Bu arda damat adaylarının da her biri ayrı bir kahkaha sebebiydi 😊 





Nihayetinde Merida’mız evlilikten ancak annesi değişirse kurtulabileceğini anlıyor. Ve konuyla ilgili karşısına çıkan ilk cadıdan yardım alıyor. Bazı şeylere karar vermeden önce araştırıp soruşturmalı insan yoksa “annem birazcık değişse ne güzel, ikimizde mutlu olurduk” diye iyi niyetle çıktığınız bu yolda annenizi bir ayıya dönüştürebilirsiniz.


           

       Kraliçe Elinor:








Yüzyıllar öncede yaşasa, bir kraliçe de olsa, bir ayı da olsa, dünyanın her yerinde anne, annedir işte. Elinor’da bu anlamda evrensel bir anne karakteri. Titiz, plancı, kuralcı, mükemmeliyetçi, bu güzeller güzeli annenin bir gün ansızın ayıya dönüşmesi ise filmdeki tüm aksiyonun başlangıcı oluyor. 









Hikâyenin bu kısmı Elinor ve Merida için adil bir ders niteliği taşıyor. Kızının yaptığı bir müdahale ile Elinor’un hayatının biranda alt üst olması, kendisinin de kızının hayatına onun isteği dışında yön veriyor olduğunu fark ettiriyor. Bu sırada, Merida ise annesinin ülkesine karşı olan sorumlulukları fark ederken annesinin tüm iyi niyetinin de görmüş oluyor. Kraliçe Elinor’un sevimli bir ayı olarak geçirdiği bir günde bile annelik kurallarından taviz vermeyişini izlemekse gülümsetiyor.











Elinor ile ilgi merak ettiğim nokta ise eşi Kral Fergus ile nasıl evlendikleri. İkisi de o kadar başka dünyaların insanları ki, bu birlikteliğin altında ancak büyük bir aşk hikayesi yatıyor olabilir. Keşke birkaç dakika ile de olsa bu hikayeye de değinilseydi.





       

       Kral Fergus:







Benim için, Cadı ve Karga ikilisi ile birlikte animasyonun en sevdiğim karakteri Fergus'du diyebilirim. Kocaman cüssesi ve nezaketten uzak tavırlarına rağmen hanımcılıktan ödün vermiyor oluşu filmin kuvvetli mizahi yanlarından biriydi.










Fergus’dan, Lortlara, saraydaki muhafızlara kadar bütün erkek karakterler bir yanlarıyla saf hatta biraz salak tipler olarak kurgulanmış. Kadın karakterler ise daha lider ruhlu ve ön planda. Bu anlamda erkeklerinde olduğu ama kadın egemen bir hikâye söz konusu.






       Cadı Ve Karga:





Animasyonun en kaliteli mizahi karakterleriydi bence ama bölüm boyuna yalnızca bir defa görüyorsunuz bu ikiliyi. Keşke bu anlamda hikâyenin altı biraz daha doldurulsaydı. Mesela Cadı iyi biri mi kötü biri mi? Neden tahta oymacılığı yapıyor? Merida’nın satın aldığı oyuncakları gönderdi mi? Merida’nın verdiği kolyenin bir anlamı var mıydı?







         Üçüzler:

Açıkçası film boyunca bu veletlerin varlığına bir türlü alışamadım,  gözüme batıp durdular. Üç tane birbirinin aynısı, küçük, kırmızı saçlı, haylaz çocuğu kim sevmez ki? Ben sevmem işte.😕  Anne ve babasının yanlışlıkla yaptığı bu üç çocuk kurguda niye var diye düşündüm durdum. Sanırım iki sebepten; birincisi hiç komik olmayan afacanlıklarıyla seyirci biraz güldürülmek istenmiş olabilir. İkincisi de; insanların küçük sevimli şeylere olan zaaflarında belki bir minyon etkisi doğar falan diye düşünülmüş olabilir. Şahsen Merida’nın illa bir kardeşi olacaktıysa emekleme çağında kafasında bir tutam kırmızı saçı olan, baş parmağını emen çirkin ama sevimli bir oğlan çocuğu tercihim olurdu.





Seneler önce kaderini değiştirmek isteyip de benim acemi mi, kötü mü olduğunu anlayamadığım Cadı tarafından, vahşi bir ayıya dönüşen prensin ölümü de beni biraz üzdü. Vücudunda ok ve mızraklar saplı olan bu zavallı, yaralı Ayı Prens'de yeniden insana dönüşsün isterdim. Gerçi, zaten zoraki bir hikaye ile kurguya dahil edilmiş olan prensin ölürken bir kaç saniye ile gördüğümüz insan hali de son derece aceleye getirilerek çizilmişti ya neyse.










Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİVASTOPOL - TOLSTOY ft. AHMET KAYA

Sivastopol önünde yıkık minare,  Düşman dedikleri gelmez imane  Erenler geliyor bize imdade  Aman da kaptan paşa emir ver bize  Sılada nişanlımız duacı size. 🎶🎵 İlk kez dinlediğimde kulağıma çok hoş gelmişti bu marş.. Ama asıl bağımlılığı Ahmet Kaya ’dan dinledikten sonra kazandım. O zamanlar “Sivastopol” hakkında hiçbir fikrim olmamasına rağmen araştırma ihtiyacı da hissetmemiştim çünkü daha çok merakımı cezbeden bir şey vardı ki, o da; Ahmet Kaya’nın bir Mehter Marşını seslendiriyor oluşuydu… O zamanlar daha sonra üzerinde düşünmek üzere aklımın odalarından birine kaldırmışım bu şaşkınlığı. Ta ki .. O güne kadar…. Bir kitapçıda dolaşırken Dünya Klasikleri reyonunda Sivastopol ismini görünce aniden odaklandım kitaba. Sonrası da Ahmet Kaya, Sivastopol, Tolstoy ve Mehter Marşı arasında şemalar oluşturmaya çalışan karışık bir kafa.. Kitabı okuyunca çıktı tabi işin aslı ortaya. Meğer bu Sivastopol şimdik

SEYİT AHMET ARVASİ ~ TÜRK - İSLAM ÜLKÜSÜ 1

Resim yazısı ekle İçerisinde bulunduğu toplum, bu toplumun gündemi insan hayatı üzerinde ufak ya da büyük bir çok etki oluşturur. Konuştuğu konudan tutun da okuduğu kitaba kadar pek çok alanda insanı etkiler, yönlendirir. Ülkemizde ve dünyada yaşanan sosyo-politik meselelerde giderek yaygınlaşan milliyetçi kadroların etkinliği de temel duruşumuz İslam'da milliyetçiliğin yeri nedir ? diye düşünmeye sevk etti beni. Bir yerden başlamak için kavramları özelleştirdiğimde ise Türk - İslam, Türk - İslam deyince Arvasi çıktı karşıma. Kitaba gelecek olursak yazar, Türk- İslam fikriyatının sosyolojik bakış acısını anlatmış genel olarak kitapta. Dine, insanlara, milletlere, devletlere,sosyal sınıflara... karşı Türk - İslam ülkücülerini duruşlarının ve bakış açılarının nasıl olması gerektiğine değinmiş. İslamiyette milliyetçiliğin yerine değindiği kısımların benim açımdan tatmin ve ikna edici olduğunu söyleyebilirim. Bunun dışında bazı incelemelerde okuduğumun aksine eserin dili