İnsan yıllar geçtikçe yaş alır sanıyorsanız yanılıyorsunuz. İnsan yaşadıkça yaş alır. Günlerin geçmesini yaşamak sanıyorsanız bu da başka bir yanılgı. Mesela yetmiş yıl önce doğan bir insan için, yetmiş yıl yaşamış, diyemeyiz. Bir insanın yaşı kaybettiklerine, vazgeçtiklerine, şükrettiklerine vb. birçok algoritmaya bağlı olarak değişir. Aksi takdirde “geçmiş koleksiyonumun” yüzümü tebessüm ettiren parçası olan Bedirhan’ın, kimliğinde yazdığı gibi 9 yıllık bir yaşamışlığı olması mümkün değil.
3 yıl önce Bedirhan’la
yollarımızın kesiştiği o günü nasıl unuturum. Kevser Hoca öfkeden deliye dönmüş
gözlerle, gömleğinin omuzlarından çekiştirerek bırakmıştı sınıfımın kapısına. Daha
bir hafta dolmadan kadını canından bezdiren Bedirhan ise yüzünde zafer
tebessümüyle bakıyordu suratıma. Açıkçası çirkin bir çocuktu Bedirhan... Pırasa
gibi saçları, sabah 7’de sokak mesaisine başladığı için kirden simsiyah olmuş
ayakları, yenilmiş tırnakları, diz vermiş pantolonuyla sevimli bir yanı yoktu. Bu haylazı uslu ve çalışkan bir çocuğa
dönüştürdüğümü falan sanmayın sakın. Bedirhan hiç değişmedi. Onu olduğu haliyle
alıp koydum koleksiyonumun bir köşesine.
İlk ezber dersinde Süphaneke
duasını yanlışsız okudu diye bir çocuk dergisi hediye edince, önceden sadece kendisini
getiren Bedirhan, artık annesinin diktiği cüz torbasının içerisine kendisine
lazım olabilecek tüm alet ve edevatları da doldurup gelmeye başladı. Koli
bandı, araba şeklinde bir kalemtıraş, birkaç farklı renkte boya kalemi ile
defter, plastik bir oyuncak asker, kim
bilir nereye ait olan bir cıvata ve 1 litrelik kola şişesinde dondurulmuş buz. Gelin
görün ki Fatiha suresini ezberlemesi o kadar da kolay olmadı. Ne yaptıysam “Elhamdürillahi”
demekten vazgeçiremedim bu çocuğu. Meğer evde nenesi çalıştırıyormuş bizimkini.
Kadıncağız kuran okumanın yasak olduğu günlerde, komşunun ahırında gizli gizli
öğrenmiş Kuran okumayı. Doğrusuyla, yanlışıyla Bedirhan’a da öğretmiş sağ olsun.
Bir hafta, iki hafta derken artık dayanamayıp kızdım Bedirhan’a, doğrusunu
öğrenmek için çaba göstermiyormuş gibi gelmişti… Sonraki birkaç hafta da “Elhamdürillahi AMAAAN dülillahi rabbil’alemin…”
diye okumaya başladı. Neyse ki sabrın sonu selamette yaz tatilinin bitmesine
yakın öğrendi doğrusunu.
Çocuklara ‘büyüyünce ne
olacaksın?’ diye sormanın farklı bir cazibesi vardır büyükler için. Bir gün bu
cazibeye kapılıp ben de sordum sınıfa. Herkes sırayla tahtaya çıkıp anlatıyor
hayallerini. En çok doktor olmak istiyorlar, polis olmak isteyenlerin sayısı da
az değil, öğretmen olmak isteyenler de var. Neyse sıra Bedirhan’a geldi.
Başladı anlatmaya “Öğretmenim ben çiftçi olacam. Bizim köyde dedemin tarlası
var orayı aldım mıydı, salatalık ekerim, garpuz ekerim… Bir de at alırım öğretmenim, gezerim her yeri,
oh gel keyfim gel…”
Tam bu sırada dağlarla çevrili
bir bozkır geldi gözlerimin önüne. Uzaklarda simsiyah atının üzerinde, süratle
giden bir delikanlı görür gibi oldum. Atının kulağına eğilmiş sanki bir şeyler
fısıldıyor…
“Elhamdülillahi rabbil’alemin..”
Feteyan \2020
Yorumlar
Yorum Gönder